3 Şubat 2012 Cuma

JULIA



Karaktere odaklanan filmleri her zaman sevdim.Julia, bence bunların başarılı örneklerinden biri.Biraz rahatsız olacaksınız belki ama filmden kendinizi alamayacaksınız.Filmin içine daha ilk sahnelerde girebileceksiniz.
Hayatı umursamayan,tutunamayan iflah olmaz bir alkolik olan  Julia’nın, işini de kaybetmesiyle birlikte , bol paraya sahip olarak , bu sefil hayatından-aslında kendinden- kurtulabileceği yanılgısı içerisinde, bir suçluya dönüşme sürecini izliyoruz 2,5 saat boyunca.Tabii ki olaylar Julia’nın düşündüğü gibi gitmiyor.Her şeyi göze alarak, kaybedeceği tek şeyin kendi canı olduğunun bilinciyle, paraya bir ‘suçlu’ olarak kavuşabileceği bir planı, keskin zekasıyla uygulamaya koyarken , gerçeklikten kopmuş,herşeye ve kendine yabancılaşmış olan Julia, hayatın gerçekliğine zaman zaman ve aniden toslayarak tahmin edemediğimiz ve hiçbir zaman bilemeyeceğiz bir sona ulaşıyor.Filmin sonunda olayların çığırdan çıkmasıyla , Julia’nın hayati bir karar alması da gerekecek.
Oyunculuk muhteşem.Böyle bir karakter var, yaşatmış onu Tilda Swinton.Yönetmenin başarısı da ortada.Filmin bir iki senaryo boşluğu gibi görülebilecek noktaları ise oldukça önemsiz.Bu film sonrasında birçok şeyi düşünme,tartışma fırsatı doğuyor.İnsanın ,duygu,düşünce ve davranış biçimlerinin stabil olmadığı, olamayacağı.Julia karakterindeki duygusal boşlukların ve yabancılaşmanın onu  nerelere götürebileceğinin bir yorumu karşımızda.
Ne kadar vurdumduymaz,yalancı,alkol bağımlısı olursa olsun her insanın yapabileceği bir seçim vardır hayatta.O seçim her zaman aynı kalıplara sığmayacak kadar çeşit içerir ve her zaman bir şansı hak eder.
eylem t