17 Temmuz 2014 Perşembe

KIŞ UYKUSU

Altın Palmiye´li film vizyonda:  Kış Uykusu

Aydın (Haluk Bilginer), uzun bir süre tiyatro oyunculuğu yaptıktan sonra, memleketi olan Kapadokya'ya geri döner.Orada babadan kalma kaya evlerini otele dönüştürüp , işletir.Karısı(Melisa Sözen) ve kardeşi(Demet Akbağ) ile birlikte bu otelde yaşamaktadır ve huzursuz ruhunu, yerel bir gazeteye yazılar yazarak oyalamaktadır.

Filmin ana gövdesini oluşturan 'Aydın' karakteri , Türkiye'deki aydın profiline bir gönderme ve eleştiri olarak ortaya çıkarken, bu gövdeyi besleyen bir dizi öğe de yerli yerinde kullanılmış.Toplumsal çelişkilerin başında gelen gelir dağılımı adaletsizliği , kır-kent farklılığı , kadın-erkek ilişkileri , yaş dönümü problemleri, 'ötekileştirme,özgürlük,vicdan' gibi kavramların sorgulanması vb. temel insanlık sorunlarına derinlemesine bir bakış görüyoruz filmin genelinde.Fonda , Kapadokya' nın soluk kesen görüntüleri ve harika oyunculuklar da yönetmenin işini oldukça kolaylaştırmış gözüküyor.

3,5 saat boyunca sinema koltuğuna yapışmanızı sağlayan, sizi dünyasına çeken ve bırakmayan bu filmin Altın Palmiye'yi alması hiç de şaşırtıcı değil.

Geç kalmadan gidilip görülmeli bu muhteşem film.

KAPININ ARDINDA


old-vintage-door-perithia-town-corfu-island-photo-taken-34848651

Kapıyı çarpıp çıktı odadan.Yüzünde çözülmemiş tonlarca sorundan arta kalan çizgiler vardı.Elleri titriyordu durmadan.Ağlamaklı gözleri ve aşağıya doğru kıvrılan dudakları ,birazdan gelecek olan gözyaşı seline hazırlanıyordu.Gözyaşı yenilgi demekti oysa.Boyun eğmeyecekti.

Son bir kez arkasını döndüğünde,ahşap kapının solgun yeşiline ve üzerinden sonsuzluğa akıp giden yol yol olmuş çizgilerine takıldı gözleri.Geri dönecek miydi?Birkaç saniye düşünmeden ve zamanı yitirerek kalakaldı.Beynindeki uğultu herşeyi ama herşeyi siliyordu.Ama o köhne kapı ve ardındaki..
Kalbinin hızlandığını duyduğu ilk anda zaman geri geldi.Hafif bir rüzgar, her zamanki gibi vadinin kucağından çıkıp gelmiş ve o kokuyu getirmişti.Yenilecekti.

Gözlerinden değil,boğazından taşacaktı gözyaşları.Asıl düğümlenen yerde, söyleyemediğini söyleyecekti.''Aşağılık pisliğin biriyim ben!'' diyebildi.Gözlerini yitirirken,sesini kazanmıştı.İlk kez duyuyor gibi,yabanıl bir kişneme olarak yankılanmıştı kulaklarında :' Kendimi bırakıp gidemem ki ardımda.''

Tüm cesaretini toplayıp,gökyüzüne çevirdi yüzünü.Zaman yine bulutları alet etmişti hızına.Kaygılarından uzaklaşabildiği o anda seslendi olanca gücüyle.Sesini yitirdiğinde, adımlarını kazanmıştı.Varabilecekti sesinden önce, kapının ardına.
                                                        
                                                                                                                                eylem t

5 Temmuz 2014 Cumartesi

YAĞMURU BEKLERKEN



                                                                        It never rains when you want it to!

Toprak kokusu bu.Hüznüme karışan. Yağmuru bekliyor yüreğim.Bir ağaç kadar durgun ama heybetli.

Ahh o bakışları içime çekerken duyduğum koku.

Gitmeyeceksin sandım.Kenetlenen ellerimiz değildi, acının tadıyla mühürlediğimiz.

Ahh o dudaklar.
Hep beni bana anlatacak sandım.Açlığımı;kendime olan o sonsuz açlığımı ,gözlerindeki senden okuduğum o dalgalı akşamlar.

Bitmeyecekti hani.

Küçük bir çocuk olduğumuz zamanlara geri dönmeyi başardığımız,ağız dolusu gülebildiğimiz o uzak limanda el sallayan sen miydin?

Büyümüştük o anda.

Soğuyan kalbini elimde tuttuğum o gece,nasıl da ısınmıştık birdenbire.Kocaman bir dolunay parlamıştı yüreğimizde.

Ahh o güneşli sabahlar.
Rüyalara anlam yüklemenin anlamsız olduğu o sabahlarda ,senin kabuslarının içinde olmayı delice istediğim.

Kokusu burnumda toprağın.Yağmuru bekliyor , bekliyorum.

Hüznüm dağılacak biliyorum.
                                                                                                                                     eylem t

VAROLMANIN DAYANILMAZ SORULARI



Her şey yolunda gidiyor dediğin,kendini mutlu ve yaşama sevinciyle dolu hissettiğin bir zamanda ,aniden ciddi bir sorunla yüz yüze gelirsin.Neye uğradığını şaşırdığın bu an, olumlunun olumsuza dönüştüğü bir döngünün içinde bulursun kendini.

Ani bir darbe gibi, hayatının tam merkezine yerleşen bu şok edici olumsuzluk , daha sonra başka bir döngü yaratarak, kendi olumlu sonuçlarını da mı barındırıyor aslında?Tecrübe denilen,öğrenme ve hatta belki de bilinçlenme denilen şey, bu birbirini takip eden döngülerin bize kazandırdıkları mı ?

Hayatın en çıplak gerçeği ve korkusuyla yüzleştiğinde mi su yüzüne çıkıyor hayatın gerçek anlamı?O çok aranılan,uğruna belki bir ömür boyu kafa patlatılan 'anlam' aslında çok basit bir 'yaşama tutunulacak dal' 'sığınılacak bir liman' tercihinden mi ibaret?

Yeryüzünde sadece bir nokta kadar olan fiziksel varlığına rağmen , düşüncelerinde ve hayallerinde dünyanın tamamını kapladığına dair yanılsama,  bizim asıl zavallılığımız değil mi?

Bir tepeden dünyaya baktığında ,uçsuz bucaksız bir tarlanın ortasında,denizin sonsuzluğunda ya da gecenin yıldızlı büyüsünde ,ilk iç çekişte kafanda beliren ilk şey ne olur? Hesapsız ,kitapsız,anlık ve de sonsuz.

Koşuşturmacayı bu kadar sevmemizin kökeninde kendi gerçeğimizden kaçmamız yatmıyor mu? Hiçbir zaman dört nala giden atlar gibi özgür olamayacağımızı bilmek bizim hiç kapanmayacak yaramız mı?

Yine de , her şeye rağmen, hakkımız değil mi ' hayat çok güzel ve yaşanası' diyebilmek ?
                                                                                                                                                       eylem t