1 Ocak 2013 Salı

ANNA KARENINA

 
Anna Karenina ,2012′ nin son günlerinde,  sinema filmi olarak yeniden karşımızda.Joe Wright yönetmenliğindeki filmde Anna Karenina rolünde Keira Knightley’i görüyoruz.
Tolstoy’un bu başyapıtını okuyalı yıllar geçse de, hikayenin ana karakteri kafamda oldukça netti.Aşkı için ailesinden ve tüm ayrıcalıklarından vazgeçen Anna , uğruna herşeyini terk ettiği aşkının ona ihanet ettiği duygusunu yenemeyip , kaçınılmaz sonuna doğru alkolizm ve ruhsal bunalımlar eşliğinde gidecekti.Kendini kötü ve şeytan olarak nitelendiren bu kadın,aslında dönemin koşulları göz önünde bulundurulduğunda cesur yürekli ve güçlü bir kadındır.Kaybedeceği şeyler bu kadar çokken ,neden Anna aşkı seçmiştir?
Filmin sahne geçişleri , tiyatro sahnesiyle örtüştürülerek , görselliğe değişik bir bakış açısı getirilmiş.Muhteşem müzikler de filmi sanatsal bir şölene dönüştürme konusunda yardımcı olmuş yönetmene.
Filmde ,aşkı arayan iki insan var aslında.Senaryo da bence bu iki aşk üzerine odaklanarak ;  bir tarafta kaybeden güçlü aşık Anna’nın hazin  sonuna  karşılık, Tolstoy tarafından da idealize edilen, aile kurmakla sonuçlanan,  kazanan aşık Levin ‘i koyarak bir denge kurmaya çalışılmış. Yan karakterler ise (Anna’nın kocası rolünde Jude Law,sevgilisi Aaron Taylor Johnson, kardeşi Matthew Macfadyen ve diğerleri)  oldukça iyi işlenmiş ve oynanmış.
Çok büyük beklenti içinde olmadan ,kitaba bir de sinema sanatı gözüyle yeniden bakmak isterseniz, Joe Wright’ın Anna Kareninası özenli bir çalışma.
eylemt

TİYATRO OYUNU :MICHELANGELO

 
 
İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından sahneye konulan Irmak Bahçeci’nin yazdığı,Saydam Yeniay’ın  yönettiği Michelangelo adlı oyunu Üsküdar Tekel Sahnesi’nde izleme imkanım oldu.
Üsküdar Tekel Sahnesi , yeniden düzenlenen Tekel binasında hizmet veriyor. Üsküdar’dan Kuzguncuk yönüne doğru, muhteşem boğaz manzarası eşliğinde,  yürüyerek ulaşabilirsiniz buraya.Boğaz havası almak ,binanın tarihi dokusunu hissedebilmek için bile gidilebilecek bir mekan.Klasik bir tiyatro sahnesinden çok farklı bir havası var.Seyirci ve tiyatrocular adeta içiçeler.Bu ortamı soluyor olmak bile insanı heyecanlandırmaya yetiyor aslında.
1475 yılında İtalya’da doğan ,ünlü rönasans dönemi heykeltıraş,ressam,mimar ve şairi Michelangelo ‘nun, yaratıcılığı ve dehasına karşın , ruhsal çalkantılarla dolu yalnız yaşamı ve eserlerini yaratım süreci üzerine yoğunlaşmış oyun.Daha çok Sistine şapelindeki meşhur tavan resmini yaptığı dönemdeki çalışma ortamında görüyoruz Michelangelo’yu .Ama zaman zaman geçmişe geri dönüşler de oluyor. Michel’in ilk  gençlik dönemlerindeki isyankar hali,meşhur ve aranan bir sanatçı olduğu dönemdeki  kilise ve zengin sınıfa karşı çıkışlarıyla  örtüşüyor.Yarattığı eserlerinin ve dehasının, ne alt tabaka ne de üst tabaka tarafından anlaşılamadığı hissinin tetiklediği huysuz ve öfkeli yapısı ,dehasının yanında gittikçe küçülen kişiliği ve fiziksel özellikleri, içini kemiren  paranoyalara ve ruhsal krizlere sürüklüyor onu.
Atilla Şendil(Michelangelo) genel olarak iyi bir oyunculuk sergiliyor.Karakteri yaşarken ve yaşatmaya çalışırken zaman zaman abartıya kaçabiliyor.Belki dönemin kasvetinden,belki karakterin çelişkili ve öfkeli ruh halinden kaynaklanan bir zorlanma hissi doğuruyor seyircide.Diğer karakterlerde  öne çıkan bir oyunculuğa rastlanmaması ise oyunun zayıf noktasını oluşturuyor belki de.
Oyunun ışıldadığı yerlerse, Michelangelo’nun  eserlerinin sergilendiği bölümler ve seyirciyi en çok etkilediğini düşündüğüm bölüm ise oyunun son sahnesi.
Sanatçının ruhsal yapısını, rönasans döneminin yoğurduğu bir üstatla ,Michelangelo ile anlamak isteyenlere şimdiden iyi seyirler:))
eylem t